19 Nisan 2020 Pazar


Eller yukarı bu bir intihardır.
Kasadaki tüm geçmişini sökül. Korkma korkma silah,  aslında silah değil, yol arkadaşı. Silahsa da sana dönük değil.
Eller yukarı bu bir intihardır.
Al şu çantayı doldur yaralarını, travmaları da doldur, ilerde değerlenecek onlar.
İndirme ellerini! polisi aramaya kalkma ! Nasıl da alışmışsın kaçmaya bir  başkasına sığınmaya, yazık sana.
Arasan da bütün numaraları kendime yönlendirdim, kaçışın yok anla bu düpedüz bir intihar. Ve elimde silah var. 
Çok şeyi değiştirmeye çalışıp hiç bir şeyi değiştiremeyeceğinde anlayacaksın beni. 
Şimdi sakin ol, yavaşça ruhunu yere bırak.  Ayaklarınla bana doğru tekmele, ruhun ezilir bedenin acır her tekmede. Sen iyisimi Bunu hiç öğrenme.
Hey ne oluyor?!
Ellerini kaldır diyorum sana.
Ellerini.
Bu bir in-ti-har.
İn.
....
Hey bırakın beni bu sadece dost ziyareti
Olsa olsa bir intihar girişimi.

27 Ekim 2019 Pazar

ŞİİRİ SEÇTİ




                                            ŞİİRİ SEÇTİ
pulları soyulur balığın
kanatları yolunur kuşun
uçurtmalar şaşkın
dengesiz her şey.
gitmek niye yakışıyordu sana
yine de balığı parlak, kuşları  özgür hatırla.
fotoğraflar, fotoğraflarda unuttuğun gülüşlerin
sahi ne saklardın gülüşünde,
hala bilemedim.

rüzgar mı esti
yoksa biriyle mi seviştin yeni
neden darmadağın saçların
ve aklın?

aynaları sevmezdi
miyoptu gözleri uzakları göremezdi
bundandır Tanrıyı hiç bilmedi
devleti ise pek sevmezdi.

Yere  düştük  bir gece
Sirkeci’de
‘’Taptık ulan sana taptık ulan İstanbul !’’ diyecekti
Atilla’yı  bilseydi,
şiiri  hiç sevmedi.

Sirkeci garında gitmişti giden adam
kalmıştı bayan kırmızı kaban
son sarılmayı katladı, almadı çantası
gözlerinden taştı

tramvaylar geldi, tramvaylar gitti
yıllar sonra sözlerini değil
gözlerini değil
gidişini hatırlamak ne acı sevgili

hiç başlamadı bir aşk
ya da başlamayan şeyler hiç bitmezdi.
olamadık bir aşk hikayesi,
şiir olmayı seçti.

10 Şubat 2019 Pazar

BİR SARHOŞ BİR ÇIPLAK VE BİR DELİ 2



Ellerimdeki kan kuruyordu kurudukça unutuluyordu. Her geçen saniye hastaneden cesedinden ve kendimden uzaklaşıyordum. Artık aynaya baktığımda ne onun silueti vardı ne de gözlerim. Gözlerimin yerinde büyük bir boşluk vardı, göremiyordum sadece daha derin hissediyordum. Gözlerimin bütün hücreleri istifasını vermiş ben de kabul etmiştim. İçinde ışık, hayata tutunmaya karşı en ufak bir istek olmayan hücrelerle yola devam edemezdim. Gözlerimden vazgeçtim. Alınma sakın seni bir daha göremeyecekleri için değil seni nasıl öldürdüğüme tanık oldukları için önce onlardan vazgeçtim. Hem artık Tanrı’yı bile göremiyorlardı, ya da görülmeye değer bir Tanrı kalmamıştı. Oysa önceden her şeyde mucizeyi bulabilirlerdi, ışığı, ufacık şeylerde mutluluğu bulabilirlerdi. Ama birer boşluktular artık koca birer boşluk.
                Tren uzun uzun bağırdı beni çağrıyor. Ne kazanacaktım yolda ne kaybedebilirdim. Yokladım kendimi. Kaybedecek neyim vardı, kazanacak neyim eksikti?  Yıllarca kaldığım o beyaz odadan kaçmanın verdiği özgürlüğü soludum. Ardından hiç bilmediğim bir dış dünyada olmanın verdiği ürpertiyi hissettim. Bilinmezliğin o garip tadı içinde, tren garında tuhaf bir adamdım insanların gözünde. Her hareketim şüpheli, kararsız. Hiç bilmediğin bir şehrin garında kör bir adamım, üstelik seni öldürmekten arama kararı var hakkımda. Bütün bu şartlarda  tımarhaneden kaçmamış olsam da normal olamazdım zannımca. İtiraf etmeliyim soğuktan değil titremem  tam da bu gece kaçak bir özgürlük yaşamanın zevki  akıyor damarlarımdan. Çığlıklar atarak koşmak geliyor içimden, kalp atışlarım hızlanmış, kan basıncım artmış akciğerlerimin hava kapasitesi iki katına çıkmıştı. Hem çok özgürdüm hem çok korkak. İnsanın en özgür hissettiği an tutsaklığa en yakın hali olabilirdi. Zaten insanın yaşama bilincini gerçek anlamda kazandığı anın ölme bilincine vardığı an olması tuhaf değil mi? 
             Her cinayetimde, öldürdüğüm her alışkanlıkta o yanımdaydı biz bir takımdık, biz iyi bir takımdık. O hep daha iyi planlar yapıyordu cümlenin doğrusu planları hep o yapıyordu. Bense ona inanıyordum bir Tanrı’ya tapar gibi, inanmakla bitmiyordu onu seviyordum. Sevgimin büyüklüğü korkuttuğu için onu öldürdüm. Bana güç verdiğini sanıyordu, alışkanlıklardan, sıfatlardan, yargılardan bunlarla beraber korkulardan arındırdığını, bana gerçek özgürlüğü bahşettiğini sanıyordu. İnsan özgürlüğü öğrettiği birini bu derece kendine tutsak etmemeliydi. Bütün bunlar mahkemelerde delilik kadar indirim sebebi  kabul edilmeyecekti ama benim vicdanımda her şeyi meşrulaştırabilirdi.
                Artık doktor yoktu, alışkanlık yoktu. Alışmamam gerektiği kanısı içinde ne büyük bir alışkanlığın içinde yaşadığımı fark ettiğim andı, onu öldürdüğüm an. Artık sarhoş değildim, çıplak değildim, delilik mi? ben hep biraz böyleydim. Hastaneden çıktığıma göre iyileşmiş olmalıydım. Çıkmadım, kaçtım bunun onların kararı değil benim kararım olması bunu yanlış yapar mı? Kaçmadım da yani kendi kendimi taburcu ettim. Sana ihtiyacım yok diyebilmek için onu yok ettim. O var oldukça ona ihtiyacım vardı çünkü, ama kimseye bahsetmeyin bundan. O tren garında kimi görsem olgunlaşmışsın diyorlar. Hastaneye girdiğim gün  gibiyim yine, çok değişmedim de zırhımı çıkardım o beyaz odada, aslında girdiğim halde olduğumu kabullendim sarhoş, çıplak ve deli. Tanrıyla konuşmayı öğrenmiştim bir de herkes gitse bile onun gitmeyeceği inancı yerleşmişti içimde bir yere.
                Tren gidiyor doktor şimdiye kadar çoktan soğumuş olmalı cesedin, belirginleşmiştir ölü morlukların.  Duvardaki yazıyı görüp anlamıştır polis her şeyi. Sahi anlamış mıdır, seni  garip bir biçimde sevdiğimi. Konuşmalarımızı duyumsamışlar mıdır? İnsan kötü bir alışkanlıktır, bazı alışkanlıklar çok sevsek de bırakılmalıdır dediğini biliyorlar mıdır?  Kendime çıkan tek yolun seni yolcu etmekten geçtiğini biliyorlar mıdır? Bilmeliler…Bilmeliler…
                Tren benim düşüncelerimin hızına yetişemiyor doktor. Beynim oyun oynuyor o sabahtan kalma ölü bir bebek sesi çınlıyor. Erkeklerin de annelik içgüdüsü gibi bir güdüsü  var bazen bir kadını severken ortaya çıkıyor bazen hiç görmediği bir bebeği düşünürken.  Özür dilerim doktor, teşekkür ederim, hoşçakal doktor.
                Tren gitti. Kayıp; şehirler, evler, insanlar, raylar yollar. Ve ben çok ağır geliyorum bu demir yığınına hiç uygun değilim bazen yaşamaya. Hazır da değilim ne ölmeye ne teslim olmaya.

21 Ekim 2018 Pazar

Tanrısal Aşk

Bir Tanrı'ydım.
Seni yarattım,
Sana tapandım.
Özür dilerim sevgilim,
Özür dilerim.
Bir dahaya insan gibi seveceğim.
Sadece seveceğim.

Eylül-2016



25 Ağustos 2017 Cuma

Bana Bir Şarkı Söyle



Bana bir şarkı söyle,
Derin anlamları olmasa da olur, öylesine.
İçinde ‘’Özgürlük’’ olsun,
Büyük harflerle İstanbul bir de.
İngilizce, Kütçe ya da Türkçe
Ve yahut kimsenin bilmediği bir dilde,
Umut olsun nakaratları,
Ve andırmasın hiçbir ağıdı.

Özledim işte
Yürümeyi beceremeyip düşmeyi bile
Bana bir şarkı söyle!
Bütün kalmalara ve gitmelere
Gecesine, gündüzüne
O kadim  şehre
Bir şarkı söyle.



Haziran/2013

28 Ocak 2017 Cumartesi

O TREN BİR GÜN GELECEK

O tren bir gün gelecek. Hiç ummadığım bir istasyonda karşılaşacağız, ben yine gitmek ve kalmak arasındayken. O trene bineceğim, yetişeceğim ve ya sırf öyle olması gerektiği için öyle olacak. O tren gelecek ve beni güzelliğe götürecek papatya tarlaları arasından geçerek, laleler toplayarak başaklar arasında koşarak. O tren yeni bir memleket yaratacak; hem hep ait olunan hem hiç bilinmeyen, insanları gülümseyen huzurlu cesur ve saygılı, Antalya gibi sıcacık portakal kokulu, İstanbul kadar büyüleyici aşık olunası..
Hayalperestlik ve keskin gerçeklikten paralel bir düzlem olacak rayları. Hatta bazen gökyüzüne uzanacak raylar, bazen denizaltına..
 O tren gelecek ve hayatımın bu en zor evresinde yanımda olanlar olacak içinde. Sadece bir kuru teşekkürüm kalacak diğerlerine öğrettikleri her şey için. Ama zorken güç verenleri gitmeyenleri, yalan çıkar ilişkisine girmeyenleri, affedebilenleri kısaca dost olabilenleri unutamayacağım asla unutmayacağım.
O tren bir gün gelecek ve ben hayatın altını çizdiği cümleleri anlatacağım yol boyunca ona, dinleyecek çünkü beni, sabahlara kadar dinleyecek. Belki de o bir kitap okuyacak bana gıcırtısıyla. Kafka’dan Dan Brown'dan ya da Nazımdan birkaç dizesi saklanmış olacak vagonlarında. Ezberlenmiş cümleler değil iyi öğrenilmiş cümleler olacak hepsi. Şimdi bir istasyondayım, yorgunum çok sevdiğim mücadele etmekten yorulmuş, biraz üşümüş ama umutluyum. Bak işte çelişkilerim bitmek üzere, her şey zamanla yavaşça ve sağlamca oturuyor yerine. Hatalarla oturuyor ‘’iyi ki’’lerle oturuyor ve  yaşanan hiç bir an için ‘’keşke’’ dememek sevindiriyor. Bekliyorum sessizce

 Ve hep bir inanç içimde, o tren bir gün en güzel şarkısıyla gelecek, kar altında dans edermiş gibi devam edeceğiz yola. Hissedeceğim her şey bambaşka..
Bir şey daha var bildiğim, o tren tıpkı hayat gibi benim ve onu ancak ben güzelleştirebilirim.



20 Ekim 2016 Perşembe

Kadın


KADIN

öldürür beni yazamadığım
ortaçağdan kalma yaraların
utanç değil kadınlığın
ne de doğurganlığın
utanç değil erkekken ağlamışlığın,
küçük tanrılarız büyük gezegende
bir oda yarat kendine
dünya kundakta
dünya kucağında
büyüt onu güzellikten yana
öldürür seni yazmadığın
anlatamadığın
çizip boyamadığın
öldürür bir ezgiye katılmazsa
satırların,sustukların.