Ellerimdeki kan kuruyordu
kurudukça unutuluyordu. Her geçen saniye hastaneden cesedinden ve kendimden
uzaklaşıyordum. Artık aynaya baktığımda ne onun silueti vardı ne de gözlerim.
Gözlerimin yerinde büyük bir boşluk vardı, göremiyordum sadece daha derin hissediyordum.
Gözlerimin bütün hücreleri istifasını vermiş ben de kabul etmiştim. İçinde ışık,
hayata tutunmaya karşı en ufak bir istek olmayan hücrelerle yola devam
edemezdim. Gözlerimden vazgeçtim. Alınma sakın seni bir daha göremeyecekleri
için değil seni nasıl öldürdüğüme tanık oldukları için önce onlardan vazgeçtim.
Hem artık Tanrı’yı bile göremiyorlardı, ya da görülmeye değer bir Tanrı
kalmamıştı. Oysa önceden her şeyde mucizeyi bulabilirlerdi, ışığı, ufacık
şeylerde mutluluğu bulabilirlerdi. Ama birer boşluktular artık koca birer
boşluk.
Tren uzun uzun bağırdı beni
çağrıyor. Ne kazanacaktım yolda ne kaybedebilirdim. Yokladım kendimi.
Kaybedecek neyim vardı, kazanacak neyim eksikti? Yıllarca kaldığım o beyaz odadan kaçmanın
verdiği özgürlüğü soludum. Ardından hiç bilmediğim bir dış dünyada olmanın
verdiği ürpertiyi hissettim. Bilinmezliğin o garip tadı içinde, tren garında
tuhaf bir adamdım insanların gözünde. Her hareketim şüpheli, kararsız. Hiç
bilmediğin bir şehrin garında kör
bir adamım, üstelik seni öldürmekten arama kararı var hakkımda. Bütün bu şartlarda tımarhaneden kaçmamış olsam da normal olamazdım zannımca. İtiraf etmeliyim soğuktan değil titremem tam da bu gece kaçak bir özgürlük yaşamanın
zevki akıyor damarlarımdan. Çığlıklar atarak koşmak geliyor içimden, kalp atışlarım hızlanmış, kan basıncım artmış akciğerlerimin hava kapasitesi iki katına çıkmıştı. Hem çok özgürdüm hem çok korkak. İnsanın en özgür hissettiği an tutsaklığa en yakın hali olabilirdi. Zaten insanın yaşama bilincini gerçek anlamda kazandığı anın ölme bilincine vardığı an olması tuhaf değil mi?
Her cinayetimde,
öldürdüğüm her alışkanlıkta o yanımdaydı biz bir takımdık, biz iyi bir
takımdık. O hep daha iyi planlar yapıyordu cümlenin doğrusu planları hep o
yapıyordu. Bense ona inanıyordum bir Tanrı’ya tapar gibi, inanmakla bitmiyordu
onu seviyordum. Sevgimin büyüklüğü korkuttuğu için onu öldürdüm. Bana güç verdiğini sanıyordu, alışkanlıklardan, sıfatlardan, yargılardan bunlarla beraber korkulardan arındırdığını, bana gerçek özgürlüğü bahşettiğini sanıyordu. İnsan özgürlüğü öğrettiği birini bu derece kendine tutsak etmemeliydi. Bütün bunlar mahkemelerde delilik kadar indirim sebebi kabul edilmeyecekti ama benim vicdanımda her şeyi meşrulaştırabilirdi.
Artık
doktor yoktu, alışkanlık yoktu. Alışmamam gerektiği kanısı içinde ne büyük bir
alışkanlığın içinde yaşadığımı fark ettiğim andı, onu öldürdüğüm an. Artık
sarhoş değildim, çıplak değildim, delilik mi? ben hep biraz böyleydim.
Hastaneden çıktığıma göre iyileşmiş olmalıydım. Çıkmadım, kaçtım bunun onların
kararı değil benim kararım olması bunu yanlış yapar mı? Kaçmadım da yani kendi
kendimi taburcu ettim. Sana ihtiyacım yok diyebilmek için onu yok ettim. O var
oldukça ona ihtiyacım vardı çünkü, ama kimseye bahsetmeyin bundan. O tren
garında kimi görsem olgunlaşmışsın diyorlar. Hastaneye girdiğim gün gibiyim yine, çok değişmedim de zırhımı
çıkardım o beyaz odada, aslında girdiğim halde olduğumu kabullendim sarhoş,
çıplak ve deli. Tanrıyla konuşmayı öğrenmiştim bir de herkes gitse bile onun
gitmeyeceği inancı yerleşmişti içimde bir yere.
Tren
gidiyor doktor şimdiye kadar çoktan soğumuş olmalı cesedin, belirginleşmiştir
ölü morlukların. Duvardaki yazıyı görüp
anlamıştır polis her şeyi. Sahi anlamış mıdır, seni garip bir biçimde sevdiğimi. Konuşmalarımızı
duyumsamışlar mıdır? İnsan kötü bir alışkanlıktır, bazı alışkanlıklar çok
sevsek de bırakılmalıdır dediğini biliyorlar mıdır? Kendime çıkan tek yolun seni yolcu etmekten
geçtiğini biliyorlar mıdır? Bilmeliler…Bilmeliler…
Tren benim düşüncelerimin hızına yetişemiyor doktor. Beynim oyun oynuyor
o sabahtan kalma ölü bir bebek sesi çınlıyor. Erkeklerin de annelik içgüdüsü
gibi bir güdüsü var bazen bir kadını
severken ortaya çıkıyor bazen hiç görmediği bir bebeği düşünürken. Özür dilerim doktor, teşekkür ederim,
hoşçakal doktor.
Tren
gitti. Kayıp; şehirler, evler, insanlar, raylar yollar. Ve ben çok ağır geliyorum bu demir yığınına hiç uygun
değilim bazen yaşamaya. Hazır da değilim ne ölmeye ne teslim olmaya.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder