ANA
RAHMİNDEN GÖKYÜZÜNE
Beyaz,sabretmeye değecek kadar, aradığım
her neyse onu içinde sakladığına inandığım
beyaz. İlkokuldaki o ilk küçük boy resim defterimin ilk sayfası kırık dökük sıranın
üstünde,ellerimde rengarenk umutlu boyalar, titrek,heyecanlı kirletmeye korkan
ellerim ne çizeceğini biliyor; mutluluk! Nasıl çizeceği bilemediği.
İnsanın en çabuk geçen yaşlarında, 7 yaşındayım. Nerde
karşılaşsak sonsuzluğuna inandırabileceğim bir gülümsemeyle karşılarım sizi, adımı
boş verelim gözbebeklerimden tanıyın beni.Dilsizim.Dilsiz değil de lal daha çok
hoşuma gidiyor işin gerçeği, hem -siz ekinin eksilticiliğinden kurtarıyor hem
daha kibar gelmiyor mu?

Görebildiğim
mutlulukları çizerim.Çocukluktan bahseden bir resim de olabilir
pekala.Çocuklar mutludur, çocuklara en çok mutluluk yakışır ya.Kendime bakıyorum
mutluluğu içinde tutan beni çizsem,ellerim kirli hep çamurların marifeti,almadım
ki kimsenin elinden pamuk şekerini.Yüzümde bir sevinç bayram sabahlarından
kalma.Kulaklarımda şarkılar ritim tutmaya hazırım en ciddi zamanlarda bile ve
yaşıyorum her an dans ediverecek gibi.kaygısızım ama çocukça kaygılarım var aslında.Kararsız
olduğumu da söylüyorlar,yanılıyorlar,sadece bütün oyunları diğerlerinden
vazgeçemeyecek kadar çok seviyorum.Oyun oynayan çocuklar çizsem anlatırlar
mutluluğu,ne cizsem,saklambaç mı?
körebe, arabalar, seksek,taso, evcilik, sobe? Hangini çizsem üzülürdü diğerleri
,yine çıkamadım içinden her çözemediğim düğümü götürdüğüm dedeme gitme zamanı
gelmişti.
Beni şaşırtan,mutlu eden çözümleri vardı
dedemin,mesela soğuk bir geceye çözümü :
üşürsen dedi yorganı çekme,bende çekmeyeyim,sarılalım.Hem yorgan yeter
hem vücut ısılarımızı paylaşırız.Cüzzamdı dedem tek çözümsüzlüğü
kendiydi.''Hastalığın tek taşıyıcısı insandır başka yollarla bulaşması mümkün değildir. Cüzzam
hastası olan ve bu mikrobu taşıyan bir hasta ile en ufak bir yakın temas hastalığın
bulaşmasına neden olur bu yüzden cüzzam hastaları sağlıklı insanlarla birarada
yaşayamaz.''yazıyordu tıp kitapları ama şiddetli
bir yanılgı içindeydi bence. Sarılınca bulaşan hastalık mı olurmuş,sarılınca
bulaşan tek şey sevgiydi.Dedeme hiç sarılmadılar
ki,nerden bilsinler.İnsanlar korkuyor sarılmaktan sevmekten mutlu olmaktan.
umut etmek inanmak yerine korkup kendi dünyalarına çekiliyorlar sonra
mutsuzluktan yakınıyorlar.Bense sevecek şeyler aradım kendime,'anne' der gibi
sarılıyormuşum çınar ağacına az değilki onun da kucağında uymuşluğum.Ağaclaşmış
elleriyle dedemi bir çınar ağacına benzetip ikisine de sarılmış olarak çizsem
kendimi, mutluluğu anlar mıydınız?Korkulardan arınıp nasıl görünürse görünsün
,sarılınca bulaşan tek şeyin sevgi olduğunu hatırlatırdım resmimle.
Saf mutluluğu soluduğum anları
düşünüyorum,hangisinde daha çok mutlu olduğumu değil çünkü mutluluğun saf hali
tektir,hangisini çizsem en iyi aktarabileceğimi,ne güçmüş kendini
hissettiklerini anlatmak,dilsizliğime şükredeceğim nerdeyse.Şükretmeyi de her
şey gibi dedem öğretti.
--Dede gökyüzüne baksana rengarenk
uçurtmalar? Konuşamıyorum ama anlaşabiliyoruz adı sessizlik olan aynı dili
konusuyoruz.
--Ben uçurtma yapmayı bilmem ki dedi.Çok
az şey vardı bilmediği bunun utancını yok etmek için boşver der gibi salladım
elimi.
--Ama sana uçmayı öğretebilirim.
Anların toplamıydı hayat ve hayatı algılayış
biçimimizi değiştiren bizim farkında olduğumuz ya da olmadığımız küçücük bir
anda saklıydı.Başımız yeşilde renkli uçurtmalarla süslenmiş gökyüzüne bakarken
uçma fikrinin zihnime yerleştiği an,heyecanladım.Renkli bir uçurtmam olmayacaktı
ama bir uçurtma gibi olacaktım gökyüzünün maviliğinde..Ne çizeceğim yavaş yavaş
kafamda belirmeye başlamıştı.
Uçmama ihtimalini hiç düşünmedim.Dedemin
yanında olumsuzluk eki -ma -me kullanmak doğal yasaktı.
--Gerçekten uçmayı istiyor musun? Kara
erik gibi büyümüş gözlerimle baktım ona konuşmayı bilsem de bir şey demezdim.
--...
Acelesiz ve sakin ol dedi ve hep
inan.Yapabileceğim başka bir şey de yoktu ki.Ovalar muhafazakar,denizler
özgürlükçü ve dağlar anaşisttir,bu kadardı coğrafya bilgim ve hem hepsinden
biraz,hem hiç biri olamayışından değil miydi
dede hep gidişin. Maddi coğrafyalar tükendiğinde de gidilecek tek bi yer
kalacaktı kendimiz, her yere götürdüğümüz kendimize gidecektik en sonunda değil
mi dede? her şey özüne döner.Kendi coğrafyamı keşfetmeye başladığımda düz beton bi yoldan,alanında başarılı ama az
kültür görmüş, diyet listeleriyle can sıkan biri bulmak acıtırdı beni bana
uçmayı öğret dede! Evet, termik basınç alanları,hava hareketleri,yercekimi
bilmiyorum hiçbirini ama inanıyorum gökyüzüne dokunabilirim.
--Bilmemek inanmayı kolaylaştırır,zaten
bilsen de istediklerine inanırsın.Hayaller umutla büyür unutma,esaret altında
da olsa en büyük özgürlüğün hayal kurmak,özgürlüğüne inançla yürü küçüğüm.
Sözlerinde anlamadığım kelimeler vardı kuramadığım bağlar ama kendimi
özgür,güçlü ve mutlu hissediyordum.Belki de sadece onu çizmeliydim.Heybesinde
gittiği her yere peynirin ekmeğin yanında usanmadan umudu da taşıyan adamı,yolu
ve köpeğini çizmeliydim.A4 boyutundaki hayattan,altın başakların arasından, dar
patikalardan giderken, 'güneşi görmediğimiz bir yerlerde güneşin doğmadığı
anlamına gelmez,ne duruyorsun güneşe gidelim'demesini.Kesin kararımı vermiştim
ki resim bilgimin de bunlara yetersizliği aklıma geldi.
Ellerim ancak dedemin bir parmağını kavramış,zamansızlığa
yürüyorduk sevmekle iligili konuşacaktı. Belki iyilikle arasında paralel
ilişkiden sözedecekti.Sevdiğim şeyleri yapmam gerektiğini bunların beni belki
zengin, kariyerli yapmayacağını ama duru bir mutluluğun yolunun sevmekten
geçeceğini anlatacaktı,bunlardan sözetmedi,öğretti.Hayal iklimimin toprağıydı
sevgi,bir rakı masasının bir numaralı mezesi,bir duanın hammaddesi.Senle
konuştuğumuz dilin adı sessizlik değil sevgi diye düzeltti beni. Aynı dille
köpekle de konuşabilirsin çiçekle,çınar ağacıyla doğal ve samimi olan herşeyle
herkesle..Konuşarak çıktığımız dağın eteklerinde çalışmaya başlamıştık dedem bir hafta sonra bir hastahane odasında
uçtu.Sanırım bu kez biraz fazla
yükselmiş olmalı ki onu bir daha görmedim
.Öldü gibi olumsuz kelimelerle ifade etsem durumu azarlanırdım ancak
uçmuş olabilirdi.Biraz daha bekleyemedin ihtiyar beraber uçacaktık diye
söylendim avuçlarımı açtım senden duyduğum tek duayı mırıldandım.
Onun tek mirası içi umut dolu o
heybesi,tek mirasçısı bendim.Ne zaman ki o heybeyi attım sırtıma kanatlarımı
taktım uçuyorum mutluluğa.Cılızdı vücudum fakat cesurdur ruhum.Yükseklik korkum
yok ama yine de aşağıya bakma taraftarı değilim.Korkuyu değil umut etmeyi
seçiyorum,yükselmek için yükseklere
bakmam gerek.Bu yüzden aşağıya değil yukarıya bakıyorum gökyüzüne ve beyaza takılıyor
gözlerim.Beyazlığında tanıdık bi şeyler buluyorum varlığımın temelinden birşey
kadar tanıdık ve yokluğumu da tanımlayacak beyaz..O an kadar mutluluyum, doğmadan
hemen öncesi, anne dediğinde kafamda beliren,ana rahmindeyken gördüğüm duyumladığım
beyaz bu, gökyüzünde dokunduğum.
Yerçekiminin varlığı kesinlikten tartışılabilirliğe
taşınıyordu da nakliye işi bana düşmüştü sanki.Yeniden ana rahminde gibi ağırlaşmış
hareketlerle, sessizliğin şarkısında beyaz bir dansa kaptırmışım kendimi doğmayı
mı ölmeyi mi bekliyorum,bilmiyorum.Sadece mutluyum.Uçuyorum.Bütün radyo frekanslarını,uydu alıcılarını herşeyi
duyabiliyordum.Hiçlik nedir dede demiştim varlık ile yokluk arasındaki farkın
en aza inmiş halidir demiştin.Sanırım burasıydı hiçlik,varlık ile yokluğun
dengelenme anı bütün sesleri duymam ama hiçbirini algıyamam.Var ama yok. Algıladığım
tek şey, bu duru su gibi mutluluğun rengi beyazdı.7 yaşında bir kız çocuğunun
gülüşünü andırıyordu.Evet uçuyordum.
8 yaşındayım.Ben mutluluğu nasıl çizerim
diye düşünürken tam bir yıl geçmiş. Bu kez büyük boy resim defteri duruyor önümde. Dünyada, aşağılarda, iyiliğin varlığına
ait tek kanıtmış gibi özenle açıyorum ilk sayfasını,artık biliyorum mutluluğu
nasıl çizeceğimi.Sol elimdeki yara izine takılıyor gözlerim ister istemez.Olsun
diyorum yürümeyi öğrenirken de kanardı dizlerim, uçmayı öğrenirken de olacak o
kadar.
Mutluluğu bu kez nasıl çizeceğimi çok iyi
biliyorum.Bütün dikkatimle beyaza boyuyorum sayfayı,hayır bu boş bırakmakla aynı
şey değil! Heyecanlı fakat kendinden emindi ellerim,yaşanmışlık taşıyan
gökyüzüne açılan,insanlara sarılıp sevgi bulaşan küçük ellerimle beyaza
boyuyordum.Sessizliğim gibi beyaz,kocaman bir çığlık gibi..Annem gibi..Dedemin
uçtuğu o hastahane odası gibi..Sarılmak gibi,oyunlar gibi,masallar, çocukluk ve
masumluk gibi..bayram sabahları gibi..pamuk şekerleri gibi..Rengarenk uçutmaların
uçuşu gibi,gökyüzüne dokunduğumda hissettiğim gibi,şükretmek gibi hep umutlu
olmak, bütün güzel duyumlar ve duygular gibi beyaz..
Adımı söylemeyi unuttum.Umut'tu adım.Hepinizin
içindeyim biraz,yaşatın beni mutluluk getireceğim size beyaz.
*bana doğanın dilinde konuşmayı öğreten
Ali dedeme,sevgi ve rahmetle..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder