27 Ekim 2019 Pazar

ŞİİRİ SEÇTİ




                                            ŞİİRİ SEÇTİ
pulları soyulur balığın
kanatları yolunur kuşun
uçurtmalar şaşkın
dengesiz her şey.
gitmek niye yakışıyordu sana
yine de balığı parlak, kuşları  özgür hatırla.
fotoğraflar, fotoğraflarda unuttuğun gülüşlerin
sahi ne saklardın gülüşünde,
hala bilemedim.

rüzgar mı esti
yoksa biriyle mi seviştin yeni
neden darmadağın saçların
ve aklın?

aynaları sevmezdi
miyoptu gözleri uzakları göremezdi
bundandır Tanrıyı hiç bilmedi
devleti ise pek sevmezdi.

Yere  düştük  bir gece
Sirkeci’de
‘’Taptık ulan sana taptık ulan İstanbul !’’ diyecekti
Atilla’yı  bilseydi,
şiiri  hiç sevmedi.

Sirkeci garında gitmişti giden adam
kalmıştı bayan kırmızı kaban
son sarılmayı katladı, almadı çantası
gözlerinden taştı

tramvaylar geldi, tramvaylar gitti
yıllar sonra sözlerini değil
gözlerini değil
gidişini hatırlamak ne acı sevgili

hiç başlamadı bir aşk
ya da başlamayan şeyler hiç bitmezdi.
olamadık bir aşk hikayesi,
şiir olmayı seçti.

10 Şubat 2019 Pazar

BİR SARHOŞ BİR ÇIPLAK VE BİR DELİ 2



Ellerimdeki kan kuruyordu kurudukça unutuluyordu. Her geçen saniye hastaneden cesedinden ve kendimden uzaklaşıyordum. Artık aynaya baktığımda ne onun silueti vardı ne de gözlerim. Gözlerimin yerinde büyük bir boşluk vardı, göremiyordum sadece daha derin hissediyordum. Gözlerimin bütün hücreleri istifasını vermiş ben de kabul etmiştim. İçinde ışık, hayata tutunmaya karşı en ufak bir istek olmayan hücrelerle yola devam edemezdim. Gözlerimden vazgeçtim. Alınma sakın seni bir daha göremeyecekleri için değil seni nasıl öldürdüğüme tanık oldukları için önce onlardan vazgeçtim. Hem artık Tanrı’yı bile göremiyorlardı, ya da görülmeye değer bir Tanrı kalmamıştı. Oysa önceden her şeyde mucizeyi bulabilirlerdi, ışığı, ufacık şeylerde mutluluğu bulabilirlerdi. Ama birer boşluktular artık koca birer boşluk.
                Tren uzun uzun bağırdı beni çağrıyor. Ne kazanacaktım yolda ne kaybedebilirdim. Yokladım kendimi. Kaybedecek neyim vardı, kazanacak neyim eksikti?  Yıllarca kaldığım o beyaz odadan kaçmanın verdiği özgürlüğü soludum. Ardından hiç bilmediğim bir dış dünyada olmanın verdiği ürpertiyi hissettim. Bilinmezliğin o garip tadı içinde, tren garında tuhaf bir adamdım insanların gözünde. Her hareketim şüpheli, kararsız. Hiç bilmediğin bir şehrin garında kör bir adamım, üstelik seni öldürmekten arama kararı var hakkımda. Bütün bu şartlarda  tımarhaneden kaçmamış olsam da normal olamazdım zannımca. İtiraf etmeliyim soğuktan değil titremem  tam da bu gece kaçak bir özgürlük yaşamanın zevki  akıyor damarlarımdan. Çığlıklar atarak koşmak geliyor içimden, kalp atışlarım hızlanmış, kan basıncım artmış akciğerlerimin hava kapasitesi iki katına çıkmıştı. Hem çok özgürdüm hem çok korkak. İnsanın en özgür hissettiği an tutsaklığa en yakın hali olabilirdi. Zaten insanın yaşama bilincini gerçek anlamda kazandığı anın ölme bilincine vardığı an olması tuhaf değil mi? 
             Her cinayetimde, öldürdüğüm her alışkanlıkta o yanımdaydı biz bir takımdık, biz iyi bir takımdık. O hep daha iyi planlar yapıyordu cümlenin doğrusu planları hep o yapıyordu. Bense ona inanıyordum bir Tanrı’ya tapar gibi, inanmakla bitmiyordu onu seviyordum. Sevgimin büyüklüğü korkuttuğu için onu öldürdüm. Bana güç verdiğini sanıyordu, alışkanlıklardan, sıfatlardan, yargılardan bunlarla beraber korkulardan arındırdığını, bana gerçek özgürlüğü bahşettiğini sanıyordu. İnsan özgürlüğü öğrettiği birini bu derece kendine tutsak etmemeliydi. Bütün bunlar mahkemelerde delilik kadar indirim sebebi  kabul edilmeyecekti ama benim vicdanımda her şeyi meşrulaştırabilirdi.
                Artık doktor yoktu, alışkanlık yoktu. Alışmamam gerektiği kanısı içinde ne büyük bir alışkanlığın içinde yaşadığımı fark ettiğim andı, onu öldürdüğüm an. Artık sarhoş değildim, çıplak değildim, delilik mi? ben hep biraz böyleydim. Hastaneden çıktığıma göre iyileşmiş olmalıydım. Çıkmadım, kaçtım bunun onların kararı değil benim kararım olması bunu yanlış yapar mı? Kaçmadım da yani kendi kendimi taburcu ettim. Sana ihtiyacım yok diyebilmek için onu yok ettim. O var oldukça ona ihtiyacım vardı çünkü, ama kimseye bahsetmeyin bundan. O tren garında kimi görsem olgunlaşmışsın diyorlar. Hastaneye girdiğim gün  gibiyim yine, çok değişmedim de zırhımı çıkardım o beyaz odada, aslında girdiğim halde olduğumu kabullendim sarhoş, çıplak ve deli. Tanrıyla konuşmayı öğrenmiştim bir de herkes gitse bile onun gitmeyeceği inancı yerleşmişti içimde bir yere.
                Tren gidiyor doktor şimdiye kadar çoktan soğumuş olmalı cesedin, belirginleşmiştir ölü morlukların.  Duvardaki yazıyı görüp anlamıştır polis her şeyi. Sahi anlamış mıdır, seni  garip bir biçimde sevdiğimi. Konuşmalarımızı duyumsamışlar mıdır? İnsan kötü bir alışkanlıktır, bazı alışkanlıklar çok sevsek de bırakılmalıdır dediğini biliyorlar mıdır?  Kendime çıkan tek yolun seni yolcu etmekten geçtiğini biliyorlar mıdır? Bilmeliler…Bilmeliler…
                Tren benim düşüncelerimin hızına yetişemiyor doktor. Beynim oyun oynuyor o sabahtan kalma ölü bir bebek sesi çınlıyor. Erkeklerin de annelik içgüdüsü gibi bir güdüsü  var bazen bir kadını severken ortaya çıkıyor bazen hiç görmediği bir bebeği düşünürken.  Özür dilerim doktor, teşekkür ederim, hoşçakal doktor.
                Tren gitti. Kayıp; şehirler, evler, insanlar, raylar yollar. Ve ben çok ağır geliyorum bu demir yığınına hiç uygun değilim bazen yaşamaya. Hazır da değilim ne ölmeye ne teslim olmaya.